Daisypath Anniversary tickers

14 Kasım 2010 Pazar

Galatasaray'a Dair

Kimilerine göre hatırlanası güzel bir mutluluğun kimisine göre ise sadece o an olup orada biten bir sporun fotoğrafı. O anın mutluluğu bir yana, geçmişin o coşkulu, deli dolu, arzulu ve göze hoş gelen futbolun içimde bıraktığı silik izleri hatırlatıyor bana. Konuşturuyor beni isteksizce ve “sad but true” dedirtircesine.
Ben bazı şeyleri anlayabilmiş değilim, anlamam da mümkün değil sanırım. “Ha bu Galatasaray’ın hali ne olacak” gibisinden insanın hevesini, iştahını, neşesini kaçıracak sorular duydukça “nedir ha bu milletin hali” diyorum içimden. Sonu bitmek bilmeyen sorunlar yumağında debelenip dururken, bu tür gereksiz soruların insanın aklına gelmesinin tek nedeni, eşik değerini aşan sorunlar karşısında bir çeşit kaçış olsa gerek diye düşünüyorum. Sonrasında da bu tür sorular benim de neşemi bir seviyede ya da kısa sürede olsa bozduğuna göre “benim de halim nedir” diyorum tabi ki. Oysa benim halimde hiç de kaçış edebiyatı yapacak bir durumum yok. Tam tersi olarak, ruh ikizim, her şeyim olan insanla dünyanın en iyi eşiyle evli ve çok mutlu biriyim. Gel gelelim Galatasaray’ın haline. Hakikaten demoralizasyon çukurunun ta dibine doğru serbest düşüş yapmakta olan Galatasaray’ımızın, artık gelenekselleşmiş olan bu ilginç ivmesi kaç yıldır devam etmektedir hesaplayamıyorum. Bizim sürekli ağzımızdan adı düşmeyerek yücelttiğimiz güzide Fenerbahçe’mizin hali, bizden çok daha kötü olsa dahi, bir maçta 3 atıp kendilerine gelebiliyor ya da medyada her şey güzel havası yaratılıyorken, biz neden durmadan işler kötü havasında yaşatılıyoruz ya da hissediliyoruz. Konunun ehemmiyeti açısından konuşulacak çok şey olsa da birkaç noktaya parmak basıp özeleştiri yapmak da fayda var zannımca. Bir takım sporu olduğu unutulmaması gereken futbolun sahada ve saha dışında olmak üzere 2 ayağı var diye düşünürsek eğer, sahadaki ayak teknik kadro ve futbolculardan, saha dışı ise yönetim ve kuruldan oluşur herhalde. Takım olmak içinse bu ayakların uyumu nereye gittikleri önemli değil midir, diye sormak lazım. Yönetim hedef seçip ona göre yatırım yapıp, belirli bir plan çerçevesinde takımı hedefe taşımaya çalışır, normalde olan budur. Önümüze koyulan hedef ile bu doğrultuda yapılan yatırımların paralellik göstermesi, geniş bir zaman dilimine yayılan bu çabaların sonucunu tayin eder. Yani kısaca insanın yediği ile ..çtığı ortak bir özellikte olacak ki “lan ben ne halt yedim de bu böle oldu” demesin kendi kendine. Kaba bir örnek olsa da işi azıcık özetlemiştir herhalde. Koyulan hedef ne idi hatırlarsak, Türkiye de şampiyonluk, Avrupa’da nereye gidersek işte kardır gibiydi. Avrupa da Karpaty’nin hizbe stadına gömüldüğümüzü göz ardı edip, Trömsö faciasını da buna katıp, iyimser bir yaklaşımla hedefin yarısını poka sardığımızı söyleyebiliriz. Kaldı ki Türkiye ligindeki durumumuz “öldük bittik” edebiyatı yapmamızı şimdilik gerektirmese de, oynanan aşırı şahsiyetli futbolun neresinden bakarsanız bakın Galatasaray formasına layık olmadığı aşikâr. Kapasite yetersizliği, kelime anlamını bu yıl ki Galatasaray kadrosunda bulmuştur desek yeridir. Kapasite aşımında dahi şansımızın yanımızda olmadığı durumlar haricinde rakiplerimizi geçemeyeceğimizi düşünmek kötümser olduğumuz anlamına gelmemelidir. Yine de Aslantepe stadının yem yeşil çimlerinden yeniden yükselecek olan umut, bütün Galatasaray taraftarını ve belki de futbolcuları kaplayacaktır zannımca. Tabii ki o noktada hala zirvede tutunacak bir çıkıntı bulabilirsek.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...