Daisypath Anniversary tickers

14 Kasım 2010 Pazar

Eşime Notlar ( 3 )

Hayatınızın ne şekilde biçimleneceğini ve kendinize bu biçimlenme içerisinde nasıl bir rol düşeceğini hayal ettiğinizde, aklınıza muhtemel geleceğinizle ilgili pek çok senaryo gelir. Beklentiler, hedeflenen noktalar, aile yaşantınız, iş kariyeriniz, maddi gücünüzün sınırı gibi mesela. Oysa hayat kendinize hedefler koymadan, planlar yapmadan hiç aklınıza hayalinize dahi getirmediğiniz güzellikleri önünüze getirecek kadar sürprizlerle dolu. Kimisine göre kaderin ağlarını örmesi kimisine göre de sadece kişisel çabaların yadsınamaz sonucu. Her ne olursa olsun iyi olanı da kötü olanı da yaşamak zorundayız. Benim hayatımın yönü hiç beklemediğim şekilde ve beklemediğim anlarda ortaya çıkan fırsatlarla, dönüm noktalarıyla kendisini gösterdi. Benim hayatımın en önemli dönüm noktasının ortasında hayatımın en güzel parçası olan eşim var tabii ki. Bir insan başka bir insanın hayatını bu kadar mı değiştirebilir. Eşim benliğimin bir parçası olduğundan itibaren, daha öncesinde gözüme önemsiz gelen birçok şey inanılmaz derecede önceliklerim haline geliverdi. Oysa üniversite yıllarında evliliği aklından bile geçirmediğim halde, hayat karşıma O’nu çıkardı. Hayalime dahi girmeyen güzel bir sürpriz olarak. Sonrasında ise benim daha önce hiç yapmadığım ve gerek duymadığım şekilde, hayatımıza dair planlar yapıp hedefler koymaya başladık. Bu noktada, hayatın güzelliğinin, birbirini seven iki insanca paylaşıldığında daha bir anlam kazandığını, her şeyin olduğundan daha güzel, daha zevkli hale geldiğini görüyorsunuz. Bir noktadan sonra sevgi insanın ruhuna daha da işleyip vazgeçilmez bir etken oluyor. Onsuz atılan her adım yalnızlığın dayanılmaz acısını içinize işliyor. Onsuz yenilen her lokma dünyanın en güzel yemeği dahi olsa samandan farksız geliyor. Onsuz yapılan her şey sadece birer önemsiz ayrıntı olarak geride kalıyor. Kısacası ben eşimi çok daha çok seviyorum. Benim eşim olduğun için ne kadar şanslı olduğumun farkındayım birtanem. Varlığının sıcaklığını her an içimde hissetmek, beni çok sevdiğini bilmek, senden ve benden bahsetmek beni her zaman o kadar çok mutlu ediyor ki anlatamam. 41. ay dönümümüz kutlu olsun aşkım.

Türkmenistan'a Dair













Yabancı ülkeler düşünüldüğünde insanın aklına gelebilecek muhtemel sorulardan biri belki de ilki şudur herhalde “ Acaba nasıl bir yer”. Bu sorunun cevabını kısmi olarak verebileceğimi düşünüyor olmama rağmen, olaya maydanoz olmaya karar vereli çok da olmadı aslında. Hâlbuki çok da işim olmayan konulara takılacak bir tip değilimdir ama âdetim olmadığı üzere bu konuda birkaç laf edeceğim galiba. Acaba nasıl bir yer, diye soranın aklına, memleketin sokakları, caddeleri, bu insanlar ne yer ne giyer ne yapar ne düşünür gibi klasik sorular gelir normal olarak. Kısaca ve kısa örneklemelerle merak edenler için cevaplamaya çalışalım.


Havaalanı: Ak şehrimizin havaalanı ülkenin mevcut kapasitesini karşılayabilecek düzeyde. Gelişmiş ve lüks denilebilecek bir havaalanı olmamakla birlikte, şehre yeni bir havaalanı daha yapılacağını biliyorum. İnşa edilen elit binaları gördükten sonra yeni yapılacak bu havaalanının çok ihtişamlı olacağını düşünüyorum. Aşkabat havaalanına iniş için uçağınız iyice alçalmaya başladığında görebileceğiniz gibi, şehir gece vakti fazlasıyla ışıklandırılmıştır. Özellikle elit binalar gecenin karanlığında komple ışıl ışıl parıldayarak şehri aydınlatıyorlar.



İstanbul-Aşkabat arası uçak yolculuğu yaklaşık 3,5 saat sürmektedir. Türkmenistan uçak seferlerinde genellikle uçak içi bagajların çok olması nedeniyle özellikle inişlerde zorluklar, uzun beklemeler olabiliyor. Bir şekilde uçaktan indiniz ve size öncelikli tavsiyem, olabildiğince çabuk şekilde vize bölümüne gitmenizdir. Artık depar mı atarsınız bilemem ama vize bölümündeki karışık sıranın arkalarında kalmak istemezsiniz. Havaalanlarında yaşanması olağan olan bazı sıkıntılar haliyle burada da kendini açıkça gösteriyor. Vize bölümüne geçtiğinizde karışık bir sırada daha doğrusu yığında işlem için beklerken, size pek de hoş bakmayan en azından gülümseyerek bakmayan polis asker karışımı görevlilerle karşı karşıya kalıyorsunuz. Her ne kadar da yol yorgunluğunuz ve gece yolculuğu nedeniyle olan uykusuzluğunuz olsa da, görevlilerle uzun süreli göz temaslarından itinayla sakının. Bu uyarı her an bir şey olabilir anlamında değil de, daha çok ufak bir tedbir olarak algılanmalıdır. Yoksa kimsenin bir zarar vereceği yok tabii ki. Vize kuyruğundan sıkılmaya başladığınız anda olur da gişeye ulaşabildiyseniz, eğer ülkeye ilk girişiniz ise elinizde olması gereken davetiye belgesini görevli memura verip yan taraftaki vezneye ulaşıp, ülkeye ayakbastı parası olarak yaklaşık 180 dolar ödüyorsunuz. Ülkeye giriş için çalışacağınız şirketten davetiye almanız gerekiyor. Bildiğim kadarıyla turist vizesiyle giriş yapılamıyor. Eğer ilk girişiniz değilse, direk vezneye gidip 12 dolar ayakbastı parası ödeyip, size verilen belgelerle pasaport kontrol bölümüne geçiyorsunuz. Buradan bavullarınızı almak üzere geçerek, artık mücadele mi desem yırtınmamı desem garip bir itişmenin içinde buluyorsunuz kendinizi. Türkmenlerin Türkiye ile bavul ticaretleri yoğun olduğundan, özellikle Türkmen teyzelerin had safhaya ulaşan bavulları ve kendileri! arasından nispeten mütevazı kalan bavullarınızı bulmaya çalışıyorsunuz. Bu safhayı da geçtiğinizde ise en önemli alana, son kontrol noktasına yol alıyorsunuz. Gördüğüm kadarıyla bavulları koca yığınlar halinde olmasına rağmen, yerel halkın kontrolü sorunsuz geçmek açısından bu bölümde pek de sıkıntıları olmuyor. Eğer yerel değilseniz ve 60 kg sınırlamasını aşmışsanız durum kritik. Bu noktadan sonra belki de o ana kadar hiç olmayan ikili ilişkiler ve cebinizin sağlamlığı ön plana çıkmaktadır. Tabi bu en sıkıntılı durumu özetleyen bir anlatım. Belki de çok da rahat bir şekilde bütün işlemlerinizi halledip havaalanından şehre çıkabilirsiniz. Tam bu noktada Türkiye Aşkabat Büyükelçiliğinin iletişim numaraları cep telefonunuza kısa mesaj olarak gönderilmektedir. Son bir uyarı ise, sakın havaalanı çevresinde sigara içmeyin derim, sakın. Gadagan ( yasak )
Aşkabat Havaalanı


Ulaşım: Havaalanından çıktığınızda kapıda size “taksi lazım mı” diye soran kişilerle karşılaşmanız muhtemel değil, kesin. Anlaşılabilecek bir düzeydeki Türkçeleriyle taksicilik yapan kişiler, en az yolcular kadar fazla sayıdadır havaalanında. Ülkede bizim bildiğimiz anlamda sarı araçlarla ya da en azından üzerinde taksi yazan araçlarla yapılan taksicilik daha yeni yeni gelişmekte. Trafikte gün boyu dolaşırsanız belki 2-3 tane sarı taksi görürsünüz. Oysa ki gördüğünüz araçların hemen hemen hepsi, sadece jipler hariç taksicilik yapmaktadır. Buradaki ulaşım sisteminde bütün özel araçlar yolda el kaldıran herkesi alıp taksicilik yapmaktadır. Bize garip gelen bir durum. Özellikle bayanların tanımadıkları insanların arabalarına binmesi, burada her ne kadar doğal olsa da bizi yadırgattı. Bu taksicilik yöntemi sonucunda da, yol kenarlarında gelip geçen araçlara dur hareketi yapan insanlar yoğun şekilde bulunmaktadır. Trafik kurallarına uyma konusundaki bazı zafiyetlerden dolayı, bu durum bazı tehlikeli yakınlaşmalara neden olabilmekte haliyle. Yolun sol şeridinden giden bir araç yol kenarında dur işareti yapan birini gördüğünde sinyalsiz ve aynaya bakmaksızın sağa yanaşıp ya kazaya ya da hoş olmayan hareket ve sözlere maruz kalabilmektedir. Ulaşımda kullanılan diğer bir vasıta ise halk otobüsleri. Bilet fiyatları yaklaşık 20 tenge ( 10 Türk kuruşu kadar ) kadar. Araç plakaların beyaz, sarı, yeşil ve mavi fonlu olduklarını göreceksiniz. Beyaz plakalar yerel halkın, sarı plakalar yabancı uyrukluların, yeşiller resmi araçların ve maviler de diplomatik görevlilerin olarak ayrılmıştır. Sarı plakaların yol boyunca sıklıkla karşılaşılan polislerce durdurulması diğerlerine göre çok daha olası bir durum olmaktadır. Muhtemel bir polis çevirmesinde yapacağınız şey zaten belli, söylemeye gerek yok. Trafikte öncelikle görebileceğiniz şeylerden biri, yol üzerinde temizlik yapan bayanlar olacaktır. Trafik son sürat akarken ellerinde süpürgeli bayanları asfalt üzerindeki toz, yaprak gibi zararsız maddeleri temizlerken görmek gayet olağan. Bu durum otoyollarda da aynı şekilde.
Süpürücüler


Daha ilginci, kar yağdığı bir gün karın üzerini süpüren kişileri bile gördüğümü hatırlıyorum. Tabii ki bu kötü bir şey diye anlatmıyorum. Tam tersi, iş bulmakta zorlanan yerel halk için geçim kaynağı sonuçta ve çalışmak hiçbir şekilde utanılacak bir şey de değil. Ama o insanları sürekli olarak yollarda temizlik yaparken görmek bizi insan olarak üzmekte. Buna paralel olarak şehir merkezinde üzeri tozlu arabalar kesinlikle ceza yemekten kurtulamıyor. Kenarda durup da arabasını yıkamakta olan bir çok kişi görmek mümkün. Bu da bize fazlasıyla ilginç geliyor. Türkmen erkeklerinin arabalarını yıkamaktaki titizliklerini başka hiçbir şeye göstermedikleri gün gibi ortada. Trafik açısından söylenecek diğer bir şey ise, yolların sıklıkla polisler tarafından kapatılıyor olması. Bu memlekete gelip de burada kullanılan arabaların çoğunun bizim ülkemizde üst gelir grubuna ait modeller olması karşısında, vergi sistemimize birkaç laf etmeyen yoktur bence. Her şahısta lüks araçların olabilmesi, kişi başına düşen gelirin çok yüksek olmasından ziyade, vergi sisteminin bizim ki kadar gelişmemesinden ya da daha uyanmadıklarından kaynaklanıyor. Trafikte çoğunlukla Toyota marka araçlar olmakla birlikte çoğu son model ve çoğu da jip sınıfı. Burada Dubai’den vergisiz getirilen araçlar kullanılmakta ve fiyatlar bizim ülkemize göre 4-5 kat daha ucuz. 20 bin dolara son model araçları alabiliyor ama ülkemize yüksek vergiden dolayı sokamıyorsunuz haliyle. Aslında prosedüre uygun olarak aracı gümrükten sokabilirsiz ama o zaman da fiyat yurt içi fiyatına denk gelmekte ve belki de geçmektedir. Kısacası adamlara bu konuda gıpta etmekteyiz.

Yerleşim: “Acaba nasıl bir yer” gibisinden çok genel ve cevabı uzun bir suale “Çok has bir memleket” diye kısa bir cevap vermek olmaz tabi. Lafı uzataraktan anlatmak gerek sanırım. Aşkabat Türkmenlerin deyişiyle “Ak Şehir”, yeniden yapılanmasıyla beyaz binaların sürekli olarak yükselmesi nedeniyle bu “ak” sıfatını almıştır, diye kendimce yorumlamaktayım durumu. Bu ismi Tolkien severler gayet iyi bilirler. O başka bir hikâyenin konusu olduğundan hiç girmiyorum. Konuya dönersek eğer, başkentimizin yapısını anlatmak başlangıç için anlamlı olabilir. Şehri bir yanda eski Rus evlerinin olduğu ve diğer yanda yeni yapılan yapılmaya hızla devam edilen yüksek, mermer kaplı ve harika mimarili yeni elit binaların olduğu bölgeler olarak 2'ye ayırabiliriz.
Yaşam komplekslerinin inşaası

Eski Rus evlerinin olduğu bölgeler, sosyal hayat ve insan fazlalığı açısından daha bir şehir havasında görünüyor benim gözümde. En fazla 3 katlı olarak inşa edilmiş Eski Rus evlerinin dış yüzeyleri restore edilmeye başlanmış durumda. Bu restorasyon edilen evlerin bitmiş halleri gerçekten insana hoş geliyor. Ama evlerin içleri ayrıca ve fazlasıyla restorasyona ihtiyaç duymakta. Artık o da orada yaşayanların mali gücüne kalmış bir şey. 6 ay boyunca eski bir binada kaldığımdan dolayı şunu biliyorum ki, sakın ola ki evin dışına bakarak aldanmayın. Dışarıdan bakan biri restorasyonu henüz yapılmamış eski Rus evlerini savaştan çıkma olarak düşünebilir. Ama bazılarının içine girdiğinizde gayet iyi yapılı olduğunu görebilirsiniz ya da göremeyebilirsiniz. Yeni yapılan elit binalar ise, kaldırımda yürüyen insanların şehrin diğer kısımlarına nispeten daha azınlıkta olduğu, bina etraflarının peyzajının çok hoş yapıldığı yerler olarak görülüyor. Bu binalardan birinin içine inşaat halindeyken girmiştim ve hatırladığım kadarıyla tavanı neredeyse 4 m kadar vardı. Yani ampul değiştirmek isteyen kişinin hayati tehlikesi hiç de azımsanmayacak kadar yüksek. Bunun dışında hepsinin merkezi doğalgaz ısıtma sistemi mevcut.
Elit komplekslerden biri
Yeni inşa edilen yaşam kompleksi

Bu arada Türkmenistan da en çok takdir ettiğim şey halkın elektrik, doğalgaz ve su parası vermemesi olmuştur. Tabii ki bunun olumsuz yansıması alınan maaşların düşük olmasıdır. Yeni yapılan bu elit binaların her birinin yanında da sanki binanın bonusuymuş gibi duran 2-3 katlı aynı mimariye sahip binacıkları göreceksinizdir ki bunların niye yapıldığını anlayabilmiş değilim hala. Kimisi market kimisi ayakkabıcı türü farklı farklı mağazalar olarak yapılmakta. Ancak dışardan bakıldığında bu tür mağazaların müşterisinin olmadığını düşünüyorsunuz yani o derece boş durmaktalar. Mimarisi hoşuma giden bu yapılara bina demek bana biraz hafif geldiğinden bunlara elit yaşam kompleksleri demek daha uygun olur gibi geliyor bana. Her yaşam kompleksinde çocuk oyun alanları, basket sahaları, market ve üzeri kapalı yanları açık düğün eğlence alanları bulunmakta.

Elit bina kompleksleri


Pek çok yerde kreş binalarını görebilirsiniz. Nedense ben hiç oyun alanında oynayan ya da en azından duran bir çocuk dahi göremedim. Belki de bana denk gelmedi ama içlerinde çocuklarından olduğundan hala şüpheliyim.
Kreş binalarından biri

Şu an ki devlet başkanı eski dönemde sağlık bakanlığı yaptığından belki de, sağlık alanında da önemli gelişme içindeler. Hastane kompleksleri yenilenmekte, yeni binalar, tıp fakülteleri hizmete girmektedir.

Sağlık Bakanlığı binası
Tıp Fakültesi

Şehri doldurmaya başlamış olan bu elit yaşam komplekslerinin depreme karşı ne derece dayanıklı olduğu hakkında pek bilgim yok, ama 1948 yılında meydana gelen büyük bir depremle 160000 kişinin öldüğü düşünülünce, bana pek de mantıklı bir yapılaşma gibi gelmiyor. Kaldı ki, Aşkabat şehrinin zemin yapısı neredeyse tamamen dere malzemesinden oluşmakta. Yani şehir dere yatağı üzerine kurulmuş gibi. Yuvarlak taşlardan oluşan bir yapı söz konusu ve herhangi bir depremde bu yapı fazlasıyla hareket halinde olacaktır.

Deprem anıtı

Bana ilginç gelen diğer bir kon ise dağlara yapılan “Sağlık Yolları” olmuştur. Bu yollar dağların eteklerinden sırtlarına kadar uzanan betondan merdivenli yollardan oluşmaktadır ve km boyunca uzamaktadır.



Sağlık yollarından biri

Çevre düzenlemesi konusunda fazlasıyla hassas bir toplum oldukları söylenebilir. Her devlet biriminin kendisine ait bir ağaçlığı bulunmaktadır. Ancak her kurumun her çalışanı bu ağaçlık alanlara gelip kazma kürek çalışmakla yükümlü tutulmuş. Doktorları, müdürleri ellerinde küreklerle görmeniz mümkün yani.
Şehir içerisinde pek çok park bulunmaktadır. Bunlar bizim bildiğimiz ya da alıştığımız şekilde oturma yerleri, çay bahçeleri olan canlı parklar değiller. Sadece sakin şekilde gezilip oturulacak yerler.



Ayrıca Aşkabat şehrinde pek çok müze bulunmaktadır. Şu ana kadar hiçbirine gitme şansım olmamasına rağmen, yoldan geçerken görmekte ve merak etmekteyim. Halı müzesi, at müzesi, medeniyetler müzesi vs..


Medeniyetler Müzesi





Bu binaları yapanların % 90’ ı Türk firmaları. Dolayısıyla Aşkabat’a da Türk damgamızı her anlamda! vurmuş durumdayız. Bu konuyu daha fazla açacak değilim tabi ki. Her gittiğiniz yerde bir Türk ile karşılaşma oranınız oldukça fazla.


Türk Konsolosluk Binası



Türkmenistan, dünyanın en hızlı gelişmekte olan ülkelerinden biri durumunda. Bundaki en büyük pay inşaat sektörü olsa gerek. İnşaat firmaları iş gücünü büyük ölçüde yerel halktan karşılamaktadır. Yerel halkın büyük çoğunluğu bir devlet kuruluşunda çalışmaktan çok yabancı inşaat şirketlerini tercih etmekte. Devlet sektöründeki maaşların yaklaşık 300-600 manat arası olduğu düşünülünce bu gayet doğal sayılır. Yabancı firmalarda iş pozisyonuna göre 300 dolardan 1000 dolara kadar ücretlendirme yapılmakta. Bu anlamda da, sanayileşme açısından daha yeni yeni gelişen Türkmenistan’ın iş kaynağı inşaat sektörü olmaktadır. İyi bir şey gibi gelmiyor bana ama Türkmenistan büyük bir ihracat potansiyeline sahip. Günlük hayatta kullanılan gıda, temizlik, inşaat ve birçok malzeme Türkiye’den, İran’dan, Rusya’dan ve diğer ülkelerden sağlanmaktadır. Bu anlamda dışa bağımlılıklarını had safhada diye görmekteyim. Diğer taraftan bilindiği üzere, doğalgaz ve petrol bakımdan son derece üretken ve bitmek bilmeyen bir para kaynağına sahipler.

Alışveriş: Ülkenin para birimi manat olarak geçiyor. Bu noktada ufak bir ayrıntıya önem vermek gerekiyor. Gayri resmi anlamda Köhne manat ve taze manat diye 2’ye ayrılmakta ancak şu an resmi olarak piyasada “taze manatlar” bulunmakta. Köhne manat kullanımı geçen yıl itibari ile sonlandırılmış olsa da, halk henüz bu durumu ya kabullenemediğinden ya da idrak edemediğinden alışverişlerde karışıklık çıkma ihtimali yüksek olmakta. Eski para birimlerini 5000’e bölerek taze manatı piyasa sürdüklerinden dolayı, satıcıların kafaları biraz karışmakta olduğundan, hala eski manattan fiyat söylemektedirler. Kendilerince basit bir yöntem bulmuşlar işte. Sonuçta yerel halk açısından sorun yok ama yabancılar bu konuyu bilmiyorlarsa fazlasıyla para ödeyebiliyorlar. Basit söylemek gerekirse burada 2 taze manat bizim 1 TL paramıza denk gelmektedir. Buradaki manat-dolar paritesi de 1 dolar 2,84 manat olacak şekilde sabitlenmiş durumda. Bizdeki kuruşun karşılığı ise “tenge” olarak adlandırılıyor. “Nasıl oluyor” diye sormayın mantıklı bir cevabım yok çünkü. 2006 yılı öncesi tarihli dolarları bozmak konusunda gönülsüzler. Bozanlar ise komisyon almaktalar. Genellikle Yimpaş içindeki dövizciden bozdurulmakla birlikte, ufak açık pazarlarda da ayaküstü dövizciler de mevcut. Alışveriş açısından bize en çok hitap eden yer Yimpaş. İlk katında gıda maddeleri üzerine alışveriş yapabilirken, aynı zamanda bu katta bilgisayarcı, telefoncu, kuru temizleyicisi bulunmakta. 2. katta ise çoğunlukla giyim üzerine alışveriş yapabileceğiniz mağazalar mevcut. En üst katta da Türk yemekleri yiyebileceğiniz restaurant, fast food benzeri birkaç yer bulunuyor. Ayrıca bu katta bilardo masaları, internet kafe bulunmakta. Türklerin yemek yiyebilecekleri pek çok Türk lokantası var. Uludağ, Karadeniz, Erzurum, Merdem, Nurhana lokantalarında çok da fazla lezzetli ve birebir aynı tadı alma beklentisi olmadan yemek yiyebilirsiniz. İki kişilik bir yemeğin hesabının yaklaşık 50 manat ( 25 TL ) civarı olduğu düşünülürse, fiyatlar makul sayılır. İnternet demişken söylemek fayda var ki, internet yaklaşık 1 sene önce belki de dünyanın en yavaş interneti durumundaydı. Son zamanlarda yapılan yatırımlarla durumu düzeltiler sayılır ama hala yavaş ve fazlasıyla pahalı durumda. İletişim sektörü oldukça ihmal edilmiş ve ücretlendirmeler ülke dışı için pahalı hem de çok pahalı. Öyle ki, Türkiye’yi aramak isterseniz dakikası 5 dolardan konuşabiliyorsunuz. Daha ucuza konuşabileceğiniz uydu kartları piyasada mevcut. Diğer taraftan şehir içinde bile konuşurken hatlar kesilebiliyor. Bu konuda hala sıkıntılar yaşanmaktadır.
Şehir merkezinde yiyecek ve giyecek temin edilebilecek Rus pazarı, Mir pazarı, Çöl pazarı, Teke pazarı olarak adlandırılan açık hava pazarları ile Optan kapalı pazarı, alet hırdavat alınabilecek Bedev pazarı ve Marojna pazarı ve elektronik üzerine satış yapan Sumbar pazarı mevcut. Alışverişte fiyatlar arasında çok da bir farklılık görülmüyor. Yiyecek çeşitliliği açısından özellikle sebze ve meyve de sıkıntı bulunuyor. Bir çok gıda malzemesi yurtdışından temin ediliyor. Giyecek malzemelerinin fiyatları yerel pazarlarda ucuz olmakla birlikte, birçok ürün Türkiye’den getirildiğinden Yimpaş içindeki mağazalarda çok daha pahalıya alınabiliyor. Kısacası alışveriş için Yimpaş’tan şaşmayın derim. Hediyelik olarak alınabilecek şeyler düşünüldüğünde, özellikle insanların aradığı bir şey olmadı görülüyor. Bu konuda pek de seçenek olmamasına rağmen belki Türkmen halısı belki de soğuk havalarda kafanızı sıcak tutacak bir kalpak olabilir.

Kalpaklı bir Türkmen Yaşlısı


Türkiye’ye dönerken havaalanındaki kontrol esnasında, bavulumda Türkmen halısı olup olmadığını sorduklarından dolayı hediye olarak kesinlikle halı almamak gibi bir hissiyatım oluştu. Türkmen Halısı
Türkmen atından bahsetmeden olmaz sanırım. Türkmen atına “Polat” denildiğini de duydum “Ahalteke” de. Her ne deniliyorsa da fazlasıyla önem verilmekte. Türkmen atı ile ilgili işler nedeniyle koskoca bir bina bile bulunmakta. Birçok parkta at figürlü heykellere rastlanılmaktadır.

Ahalteke Atı
Ülkenin, dünyanın bütün halkları bizi tanısın, gelip memleketimizi görsünler şeklinde bir turizm mantığı bulunmuyor. Tam tersi olarak, vize alma konusunda yaşanan sorunlar yanında Türkmen halkı dahi eyaletten eyalete dahi pasaport ile geçiş yapabilmektedir. Yani turizm diye bir sektör Türkmenistan’da bilinmiyor bile.

Memleketin kış aylarında zaman zaman kar yağmakta, daha çok yağmurlu geçirilmektedir. Hava sıcaklıkları -5 den daha da soğumuyor, daha çok ılık bir havası var. Sabah vakitleri soğuk olan hava öğleye doğru ısınıyor.
Genel Bilgi: Türkmenistan 1991 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra ilk Türkiye tarafından uluslar arası alanda tanınmıştır. Türkmenbaşı olarak adlandırılan ilk devlet başkanları Saparmurat Niyazov'a 2002 yılında gerçekleştirilen suikast girişiminde Türk vatandaşlarının da bulunduğunun ortaya çıkmasından sonra güven kaybına uğrayan ilişkilerimizin yeniden canlandığı, şehrin her yerinde inşaatı bulunan Türk firmalarının çokluğundan anlaşılıyor. 15 yıl boyunca görev yapan Türkmenbaşının yerine 2007 yılından beri eski sağlık bakanı olan Gurbanguli Berdimuhamedov başkanlık yapmaktadır. Ülke de tek partili demokrasi bulunmaktadır. Devlet başkanına normalde olduğundan daha sıkı bir koruma uygulanmaktadır. Öyle ki, başkan yoldan geçmeden 1 saat önce o yol etrafındaki bütün yollar kapatılmakta ve geçiş güzergahı temizlenmektedir.
Memleketin kış aylarında zaman zaman kar yağmakta, daha çok yağmurlu geçirilmektedir. Hava sıcaklıkları -5 den daha da soğumuyor, daha çok ılık bir havası var. Sabah vakitleri soğuk olan hava öğleye doğru ısınıyor.

Genel Bilgi: Türkmenistan 1991 yılında bağımsızlığını kazandıktan sonra ilk Türkiye tarafından uluslar arası alanda tanınmıştır. Türkmenbaşı olarak adlandırılan ilk devlet başkanları Saparmurat Niyazov'a 2002 yılında gerçekleştirilen suikast girişiminde Türk vatandaşlarının da bulunduğunun ortaya çıkmasından sonra güven kaybına uğrayan ilişkilerimizin yeniden canlandığı, şehrin her yerinde inşaatı bulunan Türk firmalarının çokluğundan anlaşılıyor. 15 yıl boyunca görev yapan Türkmenbaşının yerine 2007 yılından beri eski sağlık bakanı olan Gurbanguli Berdimuhamedov başkanlık yapmaktadır. Ülke de tek partili demokrasi bulunmaktadır. Devlet başkanına normalde olduğundan daha sıkı bir koruma uygulanmaktadır. Öyle ki, başkan yoldan geçmeden 1 saat önce o yol etrafındaki bütün yollar kapatılmakta ve geçiş güzergahı temizlenmektedir. Türkmenistan hiçbir uluslar arası birliğe bağlı olmayan, tarafsız bir ülke durumunda. “Tarafsızlık Bayramı” da pek çok bayramlarından biri olarak kutlanmaktadır. Eğer yolunuz Türkmenistan'a düşerse ülke ile ilgili yorumlarınızı yüksek sesle dillendirmeyin derim. Kısacası "No Comment"...

Galatasaray'a Dair

Kimilerine göre hatırlanası güzel bir mutluluğun kimisine göre ise sadece o an olup orada biten bir sporun fotoğrafı. O anın mutluluğu bir yana, geçmişin o coşkulu, deli dolu, arzulu ve göze hoş gelen futbolun içimde bıraktığı silik izleri hatırlatıyor bana. Konuşturuyor beni isteksizce ve “sad but true” dedirtircesine.
Ben bazı şeyleri anlayabilmiş değilim, anlamam da mümkün değil sanırım. “Ha bu Galatasaray’ın hali ne olacak” gibisinden insanın hevesini, iştahını, neşesini kaçıracak sorular duydukça “nedir ha bu milletin hali” diyorum içimden. Sonu bitmek bilmeyen sorunlar yumağında debelenip dururken, bu tür gereksiz soruların insanın aklına gelmesinin tek nedeni, eşik değerini aşan sorunlar karşısında bir çeşit kaçış olsa gerek diye düşünüyorum. Sonrasında da bu tür sorular benim de neşemi bir seviyede ya da kısa sürede olsa bozduğuna göre “benim de halim nedir” diyorum tabi ki. Oysa benim halimde hiç de kaçış edebiyatı yapacak bir durumum yok. Tam tersi olarak, ruh ikizim, her şeyim olan insanla dünyanın en iyi eşiyle evli ve çok mutlu biriyim. Gel gelelim Galatasaray’ın haline. Hakikaten demoralizasyon çukurunun ta dibine doğru serbest düşüş yapmakta olan Galatasaray’ımızın, artık gelenekselleşmiş olan bu ilginç ivmesi kaç yıldır devam etmektedir hesaplayamıyorum. Bizim sürekli ağzımızdan adı düşmeyerek yücelttiğimiz güzide Fenerbahçe’mizin hali, bizden çok daha kötü olsa dahi, bir maçta 3 atıp kendilerine gelebiliyor ya da medyada her şey güzel havası yaratılıyorken, biz neden durmadan işler kötü havasında yaşatılıyoruz ya da hissediliyoruz. Konunun ehemmiyeti açısından konuşulacak çok şey olsa da birkaç noktaya parmak basıp özeleştiri yapmak da fayda var zannımca. Bir takım sporu olduğu unutulmaması gereken futbolun sahada ve saha dışında olmak üzere 2 ayağı var diye düşünürsek eğer, sahadaki ayak teknik kadro ve futbolculardan, saha dışı ise yönetim ve kuruldan oluşur herhalde. Takım olmak içinse bu ayakların uyumu nereye gittikleri önemli değil midir, diye sormak lazım. Yönetim hedef seçip ona göre yatırım yapıp, belirli bir plan çerçevesinde takımı hedefe taşımaya çalışır, normalde olan budur. Önümüze koyulan hedef ile bu doğrultuda yapılan yatırımların paralellik göstermesi, geniş bir zaman dilimine yayılan bu çabaların sonucunu tayin eder. Yani kısaca insanın yediği ile ..çtığı ortak bir özellikte olacak ki “lan ben ne halt yedim de bu böle oldu” demesin kendi kendine. Kaba bir örnek olsa da işi azıcık özetlemiştir herhalde. Koyulan hedef ne idi hatırlarsak, Türkiye de şampiyonluk, Avrupa’da nereye gidersek işte kardır gibiydi. Avrupa da Karpaty’nin hizbe stadına gömüldüğümüzü göz ardı edip, Trömsö faciasını da buna katıp, iyimser bir yaklaşımla hedefin yarısını poka sardığımızı söyleyebiliriz. Kaldı ki Türkiye ligindeki durumumuz “öldük bittik” edebiyatı yapmamızı şimdilik gerektirmese de, oynanan aşırı şahsiyetli futbolun neresinden bakarsanız bakın Galatasaray formasına layık olmadığı aşikâr. Kapasite yetersizliği, kelime anlamını bu yıl ki Galatasaray kadrosunda bulmuştur desek yeridir. Kapasite aşımında dahi şansımızın yanımızda olmadığı durumlar haricinde rakiplerimizi geçemeyeceğimizi düşünmek kötümser olduğumuz anlamına gelmemelidir. Yine de Aslantepe stadının yem yeşil çimlerinden yeniden yükselecek olan umut, bütün Galatasaray taraftarını ve belki de futbolcuları kaplayacaktır zannımca. Tabii ki o noktada hala zirvede tutunacak bir çıkıntı bulabilirsek.

24 Mart 2010 Çarşamba

İş Bulmaya Dair


Her yıl binlerce üniversite mezunu genç piyasaya çıkıyor. Emekli olup da inzivaya çekilenlerin sayısı bu gençlerin sayısından bir hayli az olduğundan, iş bulma olanağı düşünüldüğünde ortaya biz gençler için karamsar bir durum çıkıyor. Oysaki emekli olma yaşını düşürmek ve bu sayede gençler için iş imkanı sağlamak söylerken mantıklı geliyor ama uygulamada nasıl olur bilemem. Son ekonomik kriz sırasında Türkiye’de olmadığımızdan olup bitenleri tv’den izleyip, insanlarımızın geçim sıkıntılarının giderek büyüdüğünü ve gözlerdeki çaresizliklerin daha da arttığını hergün üzüntüyle gördük. Bir kısım insan daha da fakirleşirken belli bir kısmın daha da zenginleşip savurganlaştığını hatta krizle ve başka faktörlerin yardımıyla yeni zenginlerin piyasaya çıktığını, bazılarının zamanla çevresinde olup bitenlere ne kadar da duyarsız kalıp bencillikleri ile yoğrulmuş insanlık dışılıklarını umursamadan eğlendiklerini gördük. Kriz teğet geçiyor derken, birden ortaya çıkan kdv indirimleriyle birlikte insanların aslında almayacakları eşyaları sırf fiyat indirimleri nedeniyle aldıklarına şahit olduk. Diğer taraftan da şehirlerimizi adeta çeviren büyük alışveriş merkezleri ya da popüler isimleriyle AVM’ler dolup taşmakta ve insanların önümüzdeki zamanlarda kıtlık olacakmışcasına delice bir alışveriş ve tüketim deliliğine tutuldukları görülebilmekte. Bir yanda pazarlarda akşam vakitlerinde sebze meyve artıklarını toplayıp evine götürenler diğer yanda üzerindeki kürkle durup ağzına dayanan mikrofona “para yetmiyor yavrum, geçinemiyoruz” diyen zihniyetler. Zenginimiz ne kadar rahat ve duyarsızsa fakirimiz de bir o kadar zavallı ve çaresiz. Bazen aklıma “insan hakikaten çaba gösterirse mutlaka bir iş bulur” düşüncesi geliyordu üniversitedeyken. Çok zorlanmadan bulurum bir iş derken bir yanımda ciddi ciddi korkuyordu işsizlikten. Mezun olup da kafamı sağa sola çevirdiğimde korkularımın ne kadar da yerinde olduğunu acı bir şekilde hissetmiştim. Arayıp çabalayıp bir şekilde bulmalıydım. Nereden başlayıp nereye gideceğime karar vermek bana bağlıydı. Aylar geçtikçe insanın çaresiz düşüncelere kapıldığı o sınırları zorlayan artık insanın zorla dayandığı noktaya gelmiştim. O noktada eğitimini aldığım işi bulmaktan çok üstesinden gelebileceğimi düşündüğüm her işe bakar olmuştum. Yeter ki bir yerden başlamak lazım mantığıyla her gazete ilanına ve her konuya atlar oldum. Bu işsiz bir insanın doğal içgüdüsüydü aslında. Fırsat buldukça internete girip, ki o zaman internet her evde bulunmazdı kafelere giderdik, iş ilanlarına başvurur “iş bulmanın yolları” başlıklı yazıları incelerdim. O an bu konuda yazılanlar bana dünyanın en mantıklı öğütleri gibi geliyordu haliyle. Lakin şimdi okuduğumdaki kadar gereksiz ya da yararsız gelmedikleri kuşkusuz. İnternette gezinip de “nasıl iş bulunur” konularını araştırırsanız öğüt verenin çok olduğunu görürsünüz ki tabii ki kötü bir şey değil bu. Kendi tavsiyelerimi yazdığımda ve birileri bunları okuduğunda, “bu da en az diğerleri kadar faydasız” diyebileceğini göz ardı etmeden, internetten bulduğum “iş bulma yoları” tavsiyeleriyle benimkileri karşılaştırıyorum.
İNTERNET-1 - Yeteneklerinize, deneyim ve hedeflerinizi göre istediğiniz miktarı belirleyerek ilgilendiğiniz iş alanlarını seçin.
BEN-1- Miktar filan belirlemeyin arkadaşlar. İş başvurusuna gittiğinizde kesinlikle şu kadar para istiyorum demeyin. Eğer işveren sorarsa ve daha önce çalıştığınız bir yer vardıysa eski maaşınızı dile getirin. Bu zamanda “ne kadar istiyorsun” sorusuna en güzel cevap, “niteliklerim bunlar, maaşımı siz belirleyin” şeklinde olmalı.
Keza o şirkette çalışmaya başlarsanız, kendinizi yaptıklarınızla ve gayretinizle göstererek maaşınızı otomatikman arttıracaksınızdır.

İNTERNET-2- Çevrenize iş aradığınızı ve istediğiniz işin özelliklerini söyleyin. Böylece çıkan fırsatlardan haberdar olursunuz.
BEN-2- Bu maddeye çok fazla bir itirazım yok. İş aradığınızı tabii ki her gördüğünüze söylemelisiniz ki şansınız daha da artsın. Zamanımızda hak edenin değil de yakın tanıdığı olanların iş bulma konusunda daha şanslı olduğu göz önüne alınırsa her bağlantı hayati önem taşımaktadır.

İNTERNET-3- İş bulma kurumuyla ya da okuldan hocalarınızla irtibata geçin.
BEN-3- Tabii ki irtibata geçin lakin pek de umut beslemeyin. Eğer bayansanız hocanız iş bulmanız konusunda bir şeyler yapmaya çalışır ( bütün hocalar için geçerli değil tabii ). Eğer erkekseniz hocanızın tatlı tavsiyeleriyle yetinirsiniz.

İNTERNET-4- İş bulmak için dışarı çıkın, araştırın. Oturduğunuz yerdeki çalışmak istediğiniz yerlere CV'nizi bırakın, eleman ihtiyacı olup olmadığını araştırın. Bu size iş görüşmesi anlamında deneyim de kazandırır.
BEN-4-Bu madde iş arayan kişinin niyetine bağlı olarak uygulanabilir olabilir ya da dışarı çıkıp da bulacağınız iş ofis işi olmayacağından kimisine uygun kimsine göre de uygun olmayan bir yöntem olarak düşünülebilir. Bir zamanlar ben de çaresiz kaldığımı hissedip yollarda gezerek dükkanların camlarına iş umuduyla bakınmıştım. Her işi yapacak birilerinin olduğu doğal bir gerçektir, bunu iş küçümseme olarak görmemek lazım. Okuyup mühendis ya da öğretmen olan arkadaşların çoğu meslek dışı işlerde çalışmak durumda kalabiliyorlar günümüzde.

İNTERNET-5- Çoğu kişi artık gazetelere eleman ilanı vermiyor. İstediğiniz işi web’deki kariyer sitelerinden bulabilirsiniz.
BEN-5- Gazetelerden özellikle sarı sayfalardan sakın ha vazgeçmeyin. Hem gazetelerden hem internetten hem de tanıdıklardan iş arayıp sormaya devam etmekte fayda var. Bunların yanısıra en kilit nokta sabırlı olmak ki bu çok ama çok önemli. Çünkü eğer çok şanslı değilseniz, çok etkili tanıdıklarınız yoksa ya da işinizde henüz aranılacak nitelikte birisi değilseniz amacınıza ulaşmakta çok sabırlı davranmalısınız. O anki ruhi durum sabırlı olmanızı zorlaştıracaktır haliyle. Bu noktada devreye aile desteği, moral verici sözleriyle dostlarınız girmelidir.

İNTERNET-6- Düşünmediğiniz bir pozisyon için iş görüşmesine çağrıldıysanız hemen reddetmeyin. CV'niz göz önünde tutularak sizi farklı bir pozisyonda değerlendirebilirler. Şartların uygun olup olmadığına dikkat edin.
BEN-6- Düşünülmeyen bir pozisyonda insanın iş başvurusunu zaten yapmayacağı noktasında aklı selim kişiler olaraktan hemfikirizdir herhalde. Ola ki gayri ciddi bir anda düşünülmeyen bir pozisyona başvuruldu ve görüşmeye çağrıldınız. Bu durumda diğer durumlardan farksız olarak kişisel durumunuza bağlı hissiyatınızla hareket edersiniz. Kimisi çok sıkıntılı bir halde olduğundan ne olursa olsun kabul etmeliyim derken bir başkası bana uygun olduğunu düşünmüyorum deyip çıkar gider ve arkasından söylenen “ne diye başvurdun o zaman …” lafını da hak eder.

İNTERNET-7- İşe başvurduğunuz sektörle ilgili bilginizi gözden geçirin. İş görüşmesine her zaman hazır olun.
BEN-7-Tabii ki başvuru yaptığınız şirketin hangi alanda faaliyet gösterip sektördeki mevcut konumu hakkında bilgi sahibi olmalısınız. Bunları öğrendiğinizde ve iş görüşmesinde bunları konuşma aralarında karşınızdakine hissettirdiğinizde sizin için artı puan olabilir kuşkusuz.

BEN-8-Eğer iş görüşmesine ki bu bir ofis işi olsun ya da bilek gücü gerektiren bir iş olsun, kesinlikle karşınızdaki adamın veya bayanın içinde “düzgün birine benziyor” düşüncesi uyandırmak için kıyafetinize durumunuz yettiğince önem vermelisiniz. Konuşma esnasında sorulanlara cevap vermek dışında gereksiz şeyler söylemekten kaçının. Ne az konuşun ne de fazla. Konuşurken kendinize güvendiğinizi konuşma tarzınız ve duruşunuzla gösterin. Doğru olup olmadığını bilmiyorum ama görüşme esnasında, özellikle ellerinizin duruşu çok önemliymiş diye duymuştum. Elinizle olağandışı bir hareket yapmadıkça, ellerinizle nasıl bir duruş sergilemeniz gerektiğini açıkçası pek bilemiyorum.
Sonuç olarak bu zamanda iş bulmak ne kadar zor ise, o işi elinizde tutmak zaman geçtikçe daha da zorlaşıyor. Mücadele etmek insanoğlunun bir parçası olmuş durumda. O olmadan bir şeylere sahip olmayı istemek hayalcilik olur, çaba sarf etmek mücadele edip söke söke onu almak gerekiyor.

22 Mart 2010 Pazartesi

Gost ve Marshall

Google’dan bu isimlerle aratma yapan birisi, ki büyük ihtimalle şantiye tozu yutmuş biridir o, eğer bu sayfa çıkarsa karşısına bayağı şaşırır diye düşünüyorum. Keza GOST, Rusların teknik şartnamesinin adıyken Marshall da Amerikan Teknik şartnamesinin bir parçasıdır. Biz de işimiz gereği bu iki terimle içli dışlı olduğumuzdan bu şirinlerin isimlerini bu şekilde seçtik.
Gost’u şantiye yakınlarındaki bir yolda başıboş gezerken bulmuştum. Daha yavruydu, küçücüktü. Alıp laboratuara getirdiğimde bir güzel yıkayıp kuruladık, yedirdik. Geçen zaman içerisinde iş nedeniyle çok da ilgilenemedik. İlgisiz kalan her evlat gibi kötü huylar edindi tabii. Laboratuara pislemek gibi ve hiç istemediğim şekilde kimi görse oyun oynama isteği oluştu içinde. Keşke ilk geldiği günkü gibi yavru olarak kalabilseydi.
Şantiyedeki dünün yavru bugünün haylaz kız köpeğimiz GOST u laboratuara sokmama yönünde bir düşüncemiz oluşmuştu. Lakin yüreğimi sızlatan bu önlemin nedeni, normalde ofisime bebeliğinden beri adımını atmayan GOST un, masum bakışlarla içeri girip suratıma baka baka çişini edip rahatça çıkması olmuştur. Nasıl kötü koktuğunu anlatamam. Beni bu hareketiyle fazlasıyla incitti tabi.
GOST'un bebelik hali





Ve Marshall…
Marshall’ı da Sayın Serhat Susmazer Orta Doğu ve Balkanların en iyi Laboratuar Teknisyeni arkadaşım bulup getirdi. Dövüş anında rakibinin yakalamasına engel olmak için kulakları ve kuyruğu kesilmiş yavru bir cins Türkmen köpeğiydi. Böyle diyorum çünkü şantiyedeki bazı üçkağıtçılar tarafından çalındı. Cins ve eğitimli bir köpek olduğundan çalınma ihtimalini göz ardı etmemiştik zaten. GOST ile pek de güzel anlaşıyorladı.

Ondan Bundan Yazı Dizisi (1)

Hakikaten “Ondan Bundan” diyeceksiniz okursanız. Tatlı eşimin tatlı ikizi Mediha’nın en sevdiğim laflarından biridir bu “Ondan Bundan”.

Saat 22:07…Aşkabat, Türkmenistan..
Küçük ama şirin evimizin rahat koltuğunda oturuyor olmayı çok istememe rağmen şu an hiç tanımadığım ve sadece ayda bir gördüğüm birinin koltuğunda oturmuş tv seyrediyorum. Yediğim eti pufların sayısını hatırlayamıyorum bile ve E2 kanalındaki, kısa zamanda Amerika’daki bütün teröristleri ulusal güvenliği tehdit eden yerdeki karıncadan gökteki kuşlara kadar her şeyi 1 saat içinde bulup etkisiz kılabilen müthiş ajan Bauer in “24” adlı dizisini seyrediyorum. Türkiye’deyken burun kıvırıp “ Bu ne ya” dediğim bazı Türk dizilerini de seyreder oldum burada. Misal “Dökülen Yapraklar” ve “Aşk-ı Zina” dı herhalde. Türkiye saatinden tam tamına 3 koca saat ileride olduğumuzdan ancak yarılarını seyretmeme rağmen bir gün sonra işe giderken eşime dizide ne olup bittiğini anlatmak çok hoşuma gidiyor. Bugün ise 15 günde bir gelen izin günümüzdü. Yarın o sıkı koşuşturma ve strese dalıp zamanın nasıl geçtiğini anlayamama psikolojisine kaldığımız yerden devam edeceğimiz düşüncesini kafamızdan atmış bir halde zaman geçirdik birlikte. Eşimi onun beni sevdiğinden daha çok sevdiğimi bilmem kaçıncı defa söyledim, birlikte romantik komedi “Patronun Kızı” adında bir film seyrettik, A. Romero’nun filmlerini ve belki de Akira Kurosowa’nın filmlerini de izlemek istedim, stronghold 2’de güçlü bir kale ve acımasız bir ordu kurup bütün düşmanlarımı dize getirdim, bununla da yetinmeyip Malevolent Creation dinlerken üniversite yıllarına geri döndüm, eşimi ilk gördüğüm anı tekrar gördüm, Atilla’nın ve Ercan’ın kulaklarını çınlattım, ailemi ve Ankaradaki eczacı arkadaşım Hayrettin’i, Ercü’yü düşündüm. Starotuvarius’un “ı coming home” parçasını daha bir farklı dinledim.
Dahası dün aldığımız somon balığını gaddarca parçalara ayırıp bir güzel yedik ama yedikten sonra hafiften ağrıyan karnım ve bazı başka şeyler yüzünden benim içimde hep “acaba balık bozulmuş olabilir mi ya da aldığımda bayat mıydı” sorusu dolanıp durdu bütün gece. Hakikaten balık bayat mı taze mi sorusunun cevabını bilmememin iyi bir şey olmadığını düşünüp ufak bir araştırma yaptım internetten, eskiden olsa ansiklopediden yapardık.
Sonuç olarak balıkta;
1- Derisinin parlak ve canlı olması
2- Gözlerinin bombeli, solungaçlarının parlak, karın zarı çevresindeki etin mavimtrak ve parlak olması
3- Eti sıkı, iç organları parlak kırmızı, solungaçlarında ise deniz yosunu kokusu olması gibi noktalara dikkat etmek gerekirmiş.
Taze balıkları suyun dışında bir ya da iki saatten fazla oda sıcaklığında tutmamalı, pullarını ve içini hemen temizlemeli, yıkamalı ve iyice kurulamalı, sonra da plastik bir kutuya yerleştirip buzdolabına koymalı ve hemen yiyemiyorsanız da 48 saat içinde tüketmeliymişsiniz.
Hatırladığım kadarıyla bastırdığımda balığın derisinin eski haline geldiğini anımsıyorum. Bizim elastik deformasyon dediğimiz şey yani. Balığın gözleri her ne kadar da ölü olsa da hafiften canlıymış hissi yaratıyordu ve bombeliydi galiba ve tabii ki solungaçları. Solungaçları herhalde parlaktı belki değildi.
Gelelim asıl konuya. Eğer yediğiniz balıktan işkillenip de zehirlenmiş olabileceğinizi düşünmeye başladıysanız karar vermeden evvel birkaç noktada kendinizi kontrol etmelisiniz. Ben zehirlenme belirtilerinin 3’de 1’sini tutturmama rağmen, 2. ve 3. maddelerden yakayı kurtardım bu sefer.
Eğer afiyetle balığınızı yedikten sonra;
1- Kusma, ishal, karın ağrısı gibi belirtiler varsa
2- Balık yendikten yarım saat geçmeden dilde karıncalanma başladıysa
3- Birkaç saat sonra solunum güçlüğü ile birlikte genel durum bozukluğu izliyorsa beklemeden en yakın hastaneye gitmeliymişsiniz.
Belki de bu konuda endişelenmem yersizmiş. Her bir maddeyi göz önüne alınca balığa haksızlık ettiğimi anladım, “tazeydin ve tadın hoştu balık kardeş” deyip boş yere avlanmadığının hakkını vermek lazım.
Bir tatil günü daha yaban ellerde böyle geçti ki her daim hızlı geçip giden zaman bugünlerde daha bir aceleci davranıyor.

Eşime Notlar (2)

Evlendiğimizden beri yurtdışında çalıştığımızdan dolayı şimdiye kadar ki evlilik yıldönümlerimizi evimizden uzakta kutladık hep. Evliliğimizde hergünü ayrı bir güzel geçen 3 koca yıl geride kalmak üzere. Eğer geçen bu zaman zarfında Ankara’da çalışıyor olsaydık şu an ki asosyalliğimizden uzak daha renkli bir hayat yaşayabilirdik. Hayat şartları insanları nerelere sürüklüyor ve bu esnada insanlar nelere katlanıyor. Beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan ve bütün olumsuzluklara rağmen yanımda olan dünyalar tatlısı eşime her ne kadar güzel şeyler söylesem de az olur. Beraber olduğumuz sürece nerede olduğumuzun ve ne şartlarda yaşadığımızın bir önemi olmadığından, aslında yaşamak istediğimiz yerde olamamamızı fazla dert etmiyoruz. Her zaman benim yanımda olduğun için, seni her an görebildiğim için çok mutluyum tatlı eşim. Ama her zaman ben seni senin beni sevdiğinden daha çok seveceğim. Biraz geç oldu ama doğum günün kutlu olsun birtanem ve senin de Mediha.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...