Daisypath Anniversary tickers

24 Mart 2010 Çarşamba

İş Bulmaya Dair


Her yıl binlerce üniversite mezunu genç piyasaya çıkıyor. Emekli olup da inzivaya çekilenlerin sayısı bu gençlerin sayısından bir hayli az olduğundan, iş bulma olanağı düşünüldüğünde ortaya biz gençler için karamsar bir durum çıkıyor. Oysaki emekli olma yaşını düşürmek ve bu sayede gençler için iş imkanı sağlamak söylerken mantıklı geliyor ama uygulamada nasıl olur bilemem. Son ekonomik kriz sırasında Türkiye’de olmadığımızdan olup bitenleri tv’den izleyip, insanlarımızın geçim sıkıntılarının giderek büyüdüğünü ve gözlerdeki çaresizliklerin daha da arttığını hergün üzüntüyle gördük. Bir kısım insan daha da fakirleşirken belli bir kısmın daha da zenginleşip savurganlaştığını hatta krizle ve başka faktörlerin yardımıyla yeni zenginlerin piyasaya çıktığını, bazılarının zamanla çevresinde olup bitenlere ne kadar da duyarsız kalıp bencillikleri ile yoğrulmuş insanlık dışılıklarını umursamadan eğlendiklerini gördük. Kriz teğet geçiyor derken, birden ortaya çıkan kdv indirimleriyle birlikte insanların aslında almayacakları eşyaları sırf fiyat indirimleri nedeniyle aldıklarına şahit olduk. Diğer taraftan da şehirlerimizi adeta çeviren büyük alışveriş merkezleri ya da popüler isimleriyle AVM’ler dolup taşmakta ve insanların önümüzdeki zamanlarda kıtlık olacakmışcasına delice bir alışveriş ve tüketim deliliğine tutuldukları görülebilmekte. Bir yanda pazarlarda akşam vakitlerinde sebze meyve artıklarını toplayıp evine götürenler diğer yanda üzerindeki kürkle durup ağzına dayanan mikrofona “para yetmiyor yavrum, geçinemiyoruz” diyen zihniyetler. Zenginimiz ne kadar rahat ve duyarsızsa fakirimiz de bir o kadar zavallı ve çaresiz. Bazen aklıma “insan hakikaten çaba gösterirse mutlaka bir iş bulur” düşüncesi geliyordu üniversitedeyken. Çok zorlanmadan bulurum bir iş derken bir yanımda ciddi ciddi korkuyordu işsizlikten. Mezun olup da kafamı sağa sola çevirdiğimde korkularımın ne kadar da yerinde olduğunu acı bir şekilde hissetmiştim. Arayıp çabalayıp bir şekilde bulmalıydım. Nereden başlayıp nereye gideceğime karar vermek bana bağlıydı. Aylar geçtikçe insanın çaresiz düşüncelere kapıldığı o sınırları zorlayan artık insanın zorla dayandığı noktaya gelmiştim. O noktada eğitimini aldığım işi bulmaktan çok üstesinden gelebileceğimi düşündüğüm her işe bakar olmuştum. Yeter ki bir yerden başlamak lazım mantığıyla her gazete ilanına ve her konuya atlar oldum. Bu işsiz bir insanın doğal içgüdüsüydü aslında. Fırsat buldukça internete girip, ki o zaman internet her evde bulunmazdı kafelere giderdik, iş ilanlarına başvurur “iş bulmanın yolları” başlıklı yazıları incelerdim. O an bu konuda yazılanlar bana dünyanın en mantıklı öğütleri gibi geliyordu haliyle. Lakin şimdi okuduğumdaki kadar gereksiz ya da yararsız gelmedikleri kuşkusuz. İnternette gezinip de “nasıl iş bulunur” konularını araştırırsanız öğüt verenin çok olduğunu görürsünüz ki tabii ki kötü bir şey değil bu. Kendi tavsiyelerimi yazdığımda ve birileri bunları okuduğunda, “bu da en az diğerleri kadar faydasız” diyebileceğini göz ardı etmeden, internetten bulduğum “iş bulma yoları” tavsiyeleriyle benimkileri karşılaştırıyorum.
İNTERNET-1 - Yeteneklerinize, deneyim ve hedeflerinizi göre istediğiniz miktarı belirleyerek ilgilendiğiniz iş alanlarını seçin.
BEN-1- Miktar filan belirlemeyin arkadaşlar. İş başvurusuna gittiğinizde kesinlikle şu kadar para istiyorum demeyin. Eğer işveren sorarsa ve daha önce çalıştığınız bir yer vardıysa eski maaşınızı dile getirin. Bu zamanda “ne kadar istiyorsun” sorusuna en güzel cevap, “niteliklerim bunlar, maaşımı siz belirleyin” şeklinde olmalı.
Keza o şirkette çalışmaya başlarsanız, kendinizi yaptıklarınızla ve gayretinizle göstererek maaşınızı otomatikman arttıracaksınızdır.

İNTERNET-2- Çevrenize iş aradığınızı ve istediğiniz işin özelliklerini söyleyin. Böylece çıkan fırsatlardan haberdar olursunuz.
BEN-2- Bu maddeye çok fazla bir itirazım yok. İş aradığınızı tabii ki her gördüğünüze söylemelisiniz ki şansınız daha da artsın. Zamanımızda hak edenin değil de yakın tanıdığı olanların iş bulma konusunda daha şanslı olduğu göz önüne alınırsa her bağlantı hayati önem taşımaktadır.

İNTERNET-3- İş bulma kurumuyla ya da okuldan hocalarınızla irtibata geçin.
BEN-3- Tabii ki irtibata geçin lakin pek de umut beslemeyin. Eğer bayansanız hocanız iş bulmanız konusunda bir şeyler yapmaya çalışır ( bütün hocalar için geçerli değil tabii ). Eğer erkekseniz hocanızın tatlı tavsiyeleriyle yetinirsiniz.

İNTERNET-4- İş bulmak için dışarı çıkın, araştırın. Oturduğunuz yerdeki çalışmak istediğiniz yerlere CV'nizi bırakın, eleman ihtiyacı olup olmadığını araştırın. Bu size iş görüşmesi anlamında deneyim de kazandırır.
BEN-4-Bu madde iş arayan kişinin niyetine bağlı olarak uygulanabilir olabilir ya da dışarı çıkıp da bulacağınız iş ofis işi olmayacağından kimisine uygun kimsine göre de uygun olmayan bir yöntem olarak düşünülebilir. Bir zamanlar ben de çaresiz kaldığımı hissedip yollarda gezerek dükkanların camlarına iş umuduyla bakınmıştım. Her işi yapacak birilerinin olduğu doğal bir gerçektir, bunu iş küçümseme olarak görmemek lazım. Okuyup mühendis ya da öğretmen olan arkadaşların çoğu meslek dışı işlerde çalışmak durumda kalabiliyorlar günümüzde.

İNTERNET-5- Çoğu kişi artık gazetelere eleman ilanı vermiyor. İstediğiniz işi web’deki kariyer sitelerinden bulabilirsiniz.
BEN-5- Gazetelerden özellikle sarı sayfalardan sakın ha vazgeçmeyin. Hem gazetelerden hem internetten hem de tanıdıklardan iş arayıp sormaya devam etmekte fayda var. Bunların yanısıra en kilit nokta sabırlı olmak ki bu çok ama çok önemli. Çünkü eğer çok şanslı değilseniz, çok etkili tanıdıklarınız yoksa ya da işinizde henüz aranılacak nitelikte birisi değilseniz amacınıza ulaşmakta çok sabırlı davranmalısınız. O anki ruhi durum sabırlı olmanızı zorlaştıracaktır haliyle. Bu noktada devreye aile desteği, moral verici sözleriyle dostlarınız girmelidir.

İNTERNET-6- Düşünmediğiniz bir pozisyon için iş görüşmesine çağrıldıysanız hemen reddetmeyin. CV'niz göz önünde tutularak sizi farklı bir pozisyonda değerlendirebilirler. Şartların uygun olup olmadığına dikkat edin.
BEN-6- Düşünülmeyen bir pozisyonda insanın iş başvurusunu zaten yapmayacağı noktasında aklı selim kişiler olaraktan hemfikirizdir herhalde. Ola ki gayri ciddi bir anda düşünülmeyen bir pozisyona başvuruldu ve görüşmeye çağrıldınız. Bu durumda diğer durumlardan farksız olarak kişisel durumunuza bağlı hissiyatınızla hareket edersiniz. Kimisi çok sıkıntılı bir halde olduğundan ne olursa olsun kabul etmeliyim derken bir başkası bana uygun olduğunu düşünmüyorum deyip çıkar gider ve arkasından söylenen “ne diye başvurdun o zaman …” lafını da hak eder.

İNTERNET-7- İşe başvurduğunuz sektörle ilgili bilginizi gözden geçirin. İş görüşmesine her zaman hazır olun.
BEN-7-Tabii ki başvuru yaptığınız şirketin hangi alanda faaliyet gösterip sektördeki mevcut konumu hakkında bilgi sahibi olmalısınız. Bunları öğrendiğinizde ve iş görüşmesinde bunları konuşma aralarında karşınızdakine hissettirdiğinizde sizin için artı puan olabilir kuşkusuz.

BEN-8-Eğer iş görüşmesine ki bu bir ofis işi olsun ya da bilek gücü gerektiren bir iş olsun, kesinlikle karşınızdaki adamın veya bayanın içinde “düzgün birine benziyor” düşüncesi uyandırmak için kıyafetinize durumunuz yettiğince önem vermelisiniz. Konuşma esnasında sorulanlara cevap vermek dışında gereksiz şeyler söylemekten kaçının. Ne az konuşun ne de fazla. Konuşurken kendinize güvendiğinizi konuşma tarzınız ve duruşunuzla gösterin. Doğru olup olmadığını bilmiyorum ama görüşme esnasında, özellikle ellerinizin duruşu çok önemliymiş diye duymuştum. Elinizle olağandışı bir hareket yapmadıkça, ellerinizle nasıl bir duruş sergilemeniz gerektiğini açıkçası pek bilemiyorum.
Sonuç olarak bu zamanda iş bulmak ne kadar zor ise, o işi elinizde tutmak zaman geçtikçe daha da zorlaşıyor. Mücadele etmek insanoğlunun bir parçası olmuş durumda. O olmadan bir şeylere sahip olmayı istemek hayalcilik olur, çaba sarf etmek mücadele edip söke söke onu almak gerekiyor.

22 Mart 2010 Pazartesi

Gost ve Marshall

Google’dan bu isimlerle aratma yapan birisi, ki büyük ihtimalle şantiye tozu yutmuş biridir o, eğer bu sayfa çıkarsa karşısına bayağı şaşırır diye düşünüyorum. Keza GOST, Rusların teknik şartnamesinin adıyken Marshall da Amerikan Teknik şartnamesinin bir parçasıdır. Biz de işimiz gereği bu iki terimle içli dışlı olduğumuzdan bu şirinlerin isimlerini bu şekilde seçtik.
Gost’u şantiye yakınlarındaki bir yolda başıboş gezerken bulmuştum. Daha yavruydu, küçücüktü. Alıp laboratuara getirdiğimde bir güzel yıkayıp kuruladık, yedirdik. Geçen zaman içerisinde iş nedeniyle çok da ilgilenemedik. İlgisiz kalan her evlat gibi kötü huylar edindi tabii. Laboratuara pislemek gibi ve hiç istemediğim şekilde kimi görse oyun oynama isteği oluştu içinde. Keşke ilk geldiği günkü gibi yavru olarak kalabilseydi.
Şantiyedeki dünün yavru bugünün haylaz kız köpeğimiz GOST u laboratuara sokmama yönünde bir düşüncemiz oluşmuştu. Lakin yüreğimi sızlatan bu önlemin nedeni, normalde ofisime bebeliğinden beri adımını atmayan GOST un, masum bakışlarla içeri girip suratıma baka baka çişini edip rahatça çıkması olmuştur. Nasıl kötü koktuğunu anlatamam. Beni bu hareketiyle fazlasıyla incitti tabi.
GOST'un bebelik hali





Ve Marshall…
Marshall’ı da Sayın Serhat Susmazer Orta Doğu ve Balkanların en iyi Laboratuar Teknisyeni arkadaşım bulup getirdi. Dövüş anında rakibinin yakalamasına engel olmak için kulakları ve kuyruğu kesilmiş yavru bir cins Türkmen köpeğiydi. Böyle diyorum çünkü şantiyedeki bazı üçkağıtçılar tarafından çalındı. Cins ve eğitimli bir köpek olduğundan çalınma ihtimalini göz ardı etmemiştik zaten. GOST ile pek de güzel anlaşıyorladı.

Ondan Bundan Yazı Dizisi (1)

Hakikaten “Ondan Bundan” diyeceksiniz okursanız. Tatlı eşimin tatlı ikizi Mediha’nın en sevdiğim laflarından biridir bu “Ondan Bundan”.

Saat 22:07…Aşkabat, Türkmenistan..
Küçük ama şirin evimizin rahat koltuğunda oturuyor olmayı çok istememe rağmen şu an hiç tanımadığım ve sadece ayda bir gördüğüm birinin koltuğunda oturmuş tv seyrediyorum. Yediğim eti pufların sayısını hatırlayamıyorum bile ve E2 kanalındaki, kısa zamanda Amerika’daki bütün teröristleri ulusal güvenliği tehdit eden yerdeki karıncadan gökteki kuşlara kadar her şeyi 1 saat içinde bulup etkisiz kılabilen müthiş ajan Bauer in “24” adlı dizisini seyrediyorum. Türkiye’deyken burun kıvırıp “ Bu ne ya” dediğim bazı Türk dizilerini de seyreder oldum burada. Misal “Dökülen Yapraklar” ve “Aşk-ı Zina” dı herhalde. Türkiye saatinden tam tamına 3 koca saat ileride olduğumuzdan ancak yarılarını seyretmeme rağmen bir gün sonra işe giderken eşime dizide ne olup bittiğini anlatmak çok hoşuma gidiyor. Bugün ise 15 günde bir gelen izin günümüzdü. Yarın o sıkı koşuşturma ve strese dalıp zamanın nasıl geçtiğini anlayamama psikolojisine kaldığımız yerden devam edeceğimiz düşüncesini kafamızdan atmış bir halde zaman geçirdik birlikte. Eşimi onun beni sevdiğinden daha çok sevdiğimi bilmem kaçıncı defa söyledim, birlikte romantik komedi “Patronun Kızı” adında bir film seyrettik, A. Romero’nun filmlerini ve belki de Akira Kurosowa’nın filmlerini de izlemek istedim, stronghold 2’de güçlü bir kale ve acımasız bir ordu kurup bütün düşmanlarımı dize getirdim, bununla da yetinmeyip Malevolent Creation dinlerken üniversite yıllarına geri döndüm, eşimi ilk gördüğüm anı tekrar gördüm, Atilla’nın ve Ercan’ın kulaklarını çınlattım, ailemi ve Ankaradaki eczacı arkadaşım Hayrettin’i, Ercü’yü düşündüm. Starotuvarius’un “ı coming home” parçasını daha bir farklı dinledim.
Dahası dün aldığımız somon balığını gaddarca parçalara ayırıp bir güzel yedik ama yedikten sonra hafiften ağrıyan karnım ve bazı başka şeyler yüzünden benim içimde hep “acaba balık bozulmuş olabilir mi ya da aldığımda bayat mıydı” sorusu dolanıp durdu bütün gece. Hakikaten balık bayat mı taze mi sorusunun cevabını bilmememin iyi bir şey olmadığını düşünüp ufak bir araştırma yaptım internetten, eskiden olsa ansiklopediden yapardık.
Sonuç olarak balıkta;
1- Derisinin parlak ve canlı olması
2- Gözlerinin bombeli, solungaçlarının parlak, karın zarı çevresindeki etin mavimtrak ve parlak olması
3- Eti sıkı, iç organları parlak kırmızı, solungaçlarında ise deniz yosunu kokusu olması gibi noktalara dikkat etmek gerekirmiş.
Taze balıkları suyun dışında bir ya da iki saatten fazla oda sıcaklığında tutmamalı, pullarını ve içini hemen temizlemeli, yıkamalı ve iyice kurulamalı, sonra da plastik bir kutuya yerleştirip buzdolabına koymalı ve hemen yiyemiyorsanız da 48 saat içinde tüketmeliymişsiniz.
Hatırladığım kadarıyla bastırdığımda balığın derisinin eski haline geldiğini anımsıyorum. Bizim elastik deformasyon dediğimiz şey yani. Balığın gözleri her ne kadar da ölü olsa da hafiften canlıymış hissi yaratıyordu ve bombeliydi galiba ve tabii ki solungaçları. Solungaçları herhalde parlaktı belki değildi.
Gelelim asıl konuya. Eğer yediğiniz balıktan işkillenip de zehirlenmiş olabileceğinizi düşünmeye başladıysanız karar vermeden evvel birkaç noktada kendinizi kontrol etmelisiniz. Ben zehirlenme belirtilerinin 3’de 1’sini tutturmama rağmen, 2. ve 3. maddelerden yakayı kurtardım bu sefer.
Eğer afiyetle balığınızı yedikten sonra;
1- Kusma, ishal, karın ağrısı gibi belirtiler varsa
2- Balık yendikten yarım saat geçmeden dilde karıncalanma başladıysa
3- Birkaç saat sonra solunum güçlüğü ile birlikte genel durum bozukluğu izliyorsa beklemeden en yakın hastaneye gitmeliymişsiniz.
Belki de bu konuda endişelenmem yersizmiş. Her bir maddeyi göz önüne alınca balığa haksızlık ettiğimi anladım, “tazeydin ve tadın hoştu balık kardeş” deyip boş yere avlanmadığının hakkını vermek lazım.
Bir tatil günü daha yaban ellerde böyle geçti ki her daim hızlı geçip giden zaman bugünlerde daha bir aceleci davranıyor.

Eşime Notlar (2)

Evlendiğimizden beri yurtdışında çalıştığımızdan dolayı şimdiye kadar ki evlilik yıldönümlerimizi evimizden uzakta kutladık hep. Evliliğimizde hergünü ayrı bir güzel geçen 3 koca yıl geride kalmak üzere. Eğer geçen bu zaman zarfında Ankara’da çalışıyor olsaydık şu an ki asosyalliğimizden uzak daha renkli bir hayat yaşayabilirdik. Hayat şartları insanları nerelere sürüklüyor ve bu esnada insanlar nelere katlanıyor. Beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan ve bütün olumsuzluklara rağmen yanımda olan dünyalar tatlısı eşime her ne kadar güzel şeyler söylesem de az olur. Beraber olduğumuz sürece nerede olduğumuzun ve ne şartlarda yaşadığımızın bir önemi olmadığından, aslında yaşamak istediğimiz yerde olamamamızı fazla dert etmiyoruz. Her zaman benim yanımda olduğun için, seni her an görebildiğim için çok mutluyum tatlı eşim. Ama her zaman ben seni senin beni sevdiğinden daha çok seveceğim. Biraz geç oldu ama doğum günün kutlu olsun birtanem ve senin de Mediha.
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...