Daisypath Anniversary tickers

11 Kasım 2011 Cuma

Üniversite Yıllıkları - 1

Yer : Karadeniz Teknik Üniversitesi
Zaman : 1996
Çömezliğimin Tarihi
İnsan çoğu zaman arkasına yaslanıp geçmiş zamanın getirisini götürüsünü hesaplamaya çalışır. Benim çok da sıklıkla yaptığım bir şey olmasa da, geçenlerde bayağı bir gerilere kadar uzandım kendi sayfalarımda. Sonra çok da gerilere gidip de zaten yorgun olan beynimi daha fazla zorlamayayım dedim. Üniversite yıllıklarımdan başlamak yeterli olur kanaatindeyim.
Nasıl olduğunu hala anlamadığım bir şekilde K.T.Ü. Jeoloji Müh. Bölümünü kazanmıştım. İnsan seviniyor haliyle, düşünüyor, hayal kuruyor önüne serilen öğrencilik yaşamıyla ilgili. Bir yandan da hafiften de olsa tırsıyorsun, ailenden ve rahat evinden uzaklaşacağın için. Ben üniversite mevzusunu duyduğumda “Yine mi Trabzon” demiştim, ama şansızlık olarak gördüğümden değil tabii ki. Benim 2. memleketim ne de olsa. Zamanı gelip de anne baba cümleten yola koyulduk tabii. Trabzon'a dönüşüm hafızamda iyi yer etmiş hakikaten de. Dün gibi aklımda olup biten her şey. Dönüşüm diyorum, keza babamın mesleğinden dolayı Trabzon'da 7 yıllık bir geçmişimiz mevcuttu zaten. Sonuçta bilmediğim bir yer değil, çocukluğum orada geçti daa. Trabzon'u ve halkını hep sevmişimdir zaten. İyi niyetli, içten, saf ve muhabbet edilesi insanlardır ama şimdi daha bir güçlü seviyorum. Lakin niyesine gelince, o hikayenin en önemli ve can alıcı konusunu oluşturuyor.
Yurt Klasikleri
Baştan başlamak gerekirse, ilk noktam üniversite kampüsü yurtlar müdürlüğü. Nerede kalacağız sorusuna tek cevap “yurt” haliyle. Eziyetin bu denlisini pek de hissetmemiştim o zamana kadar. Zaten evimden ilk defa uzak kalacağım, bir de geldiğim yerde ilk dakikada mat olunca gözüm bayağı bir korkmuştu. Yurtta kalabilmek için yaptığımız müracaatlar kabul edilmediğinden kalacak yer sorunum ortaya çıkmıştı. Kaldı ki üniversite yurdunda kalamayacaksam nerede kalabilirdim ki. Özel yurtlar da bayağı bir uzaktı maddi açıdan. Bu ufak buhran anından fazla zaman kaybetmeden çıkabilmiştik. Neyse ki Sürmene'de yeni açılan bir devlet yurdunda yer bularak o stresli günü geride bırakmıştık. Sürmene'deki yurda gidip de kayıt yaptırdığımızda bana ilk gösterdikleri odadan girmemiz ve çıkmamız bir olmuştu. Dimabeg Darell'ın ( Allah rahmet eylesin ) efsanevi sakalından daha gür ve daha uzun sakallara sahip bir amcam, elinde tespihle gül yağı kokan odada ibadetini yapıyor. Namaz kılmak güzel bir şey tabi, ama hayatında ilk kez yurtta kalacak biri olarak daha eğlenceli oda arkadaşları hayal etmiştim. Neyse ki yurdun ilk öğrencilerinden biri olduğumdan, boş oda bulmakta zorlanmadım. 5 katlı yurdun bütün odaları boştu neredeyse. İkinci denemede deniz manzaralı güzel bir oda seçip hevesle yerleşmiştim. Orada kaldığım süre boyunca o deniz manzarasını uzun uzun seyretmekten hiç bıkmadığımı hatırlıyorum. Diğer taraftan, annem ve babamın beni yurtta bırakıp ayrıldıkları o anları anlatmakta gönülsüzüm tabii ki.
Odama ilk önce Özgür isminde bir arkadaşım geldi. Tesadüf o da Ankara'dandı. Entelektüel bir kişiliği vardı. Cranberries grubunun parçalarını aynı tonlamayla söyleyebildiğini hatırlarım. Muhterem çok da nazikti. Sonra Ankara'da oturan biri daha gelmişti de ismini ve yüzünü hiç hatırlayamıyorum. Oysa, İstanbul'dan gelen Deniz ismindeki arkadaşımı aynı derecede iyi hatırlıyorum. O da Orduluydu benim gibi, pardon o Fatsalıydı. Fatsalılar Orduluyum demezler ya. Yurt hayatımın Sürmene kısmında beraber takıldık. Daha sonraları birkaç kişi daha gelmişti odaya, ama çekirdek kadromuz bu şekildeydi. Kısacası düşündüğümden daha uygun bir ortam yakalamıştım. Ankara ve İstanbullu bir grup öğrenci. Yavaş yavaş yurt dolmaya, daha çok Sürmene Deniz Bilimleri öğrencileri gelmeye başlamıştı. Kalabalıklaşmaya başladıkça şamata hır gür daha da arttı tabii. O ilk yılımda yurt hayatı çok güzel geçmişti. Yeni yapılmış bir yurtta, kafa dengi bir çok arkadaşla iyi zamanlar geçirdik.
Çömez kelimesi anlamını, üniversitenin ilk yılında kazandı benim için. Daha önce hiç kendimi çömez olarak görmemiş ve hissetmemiştim. Üst sınıfların bakışı, aaa yeni çömezler gelmiş, diyordu resmen. Zamanla fark ettim ki bu hakikaten çok doğal bir durum ki, bir üst sınıfa geçince benim de yeni gelenlere aynı bakışım olmuştur. Yeri gelmişken söyleyeyim, benim güzel eşim de zamanında benim çömezim olmuştur yani. Kampus hayatını Sürmene'de yurtta kaldığım zamanlarda hiç yaşayamadık. Çünkü Sürmene'ye giden son otobüsleri sabah ve akşam yakalamamız gerekiyordu. Zaten dünyanın en rahat yurdundan kalkıp da o eziyet dolu yurda geçmemizin sebebi de, sırf kampus hayatını yaşabilmekti.
Keza ilk yılın sonunda kampus yurduna geçiş yapıp, farklı odalara dağılmak ya da sığınmak zorunda kaldık. Kampus yurdu ise Sürmene'deki yurt ne kadar rahatsa o kadar huzursuzluk verici ve kötüydü. Bana ilk verilen odaya gittiğimde, bütün yatakların dolu olduğunu görmek yaşadığım ikinci büyük şoktu. Birincisi de yurdun olabildiğince eski, düzensiz ve pis olmasıydı. Bir gün boyunca oradaki düzene uyarak başka bir odada başka bir yatak aramakla uğraştım. Sonunda beni fark eden biri yanıma gelip, oda aradığımı tahmin ettiğini ve bana yardım edeceğini söyledi. Ne iyi insanlar varmış düşüncesiyle beraberinde bir odaya girdik. İçerisi bayağı kalabalıktı, muhabbet koyuydu. İçeri girdiğimizde garip bakışların hedefi oluverdik. Bu arada Deniz de yanımdaydı. Garibim, o da kalacak yer bulamamıştı. 6 kişilik odada 2 yatak boştu. Sevindik tabii. Büyük bir sevecenlikle söyleyiverdiğimiz Merhabalarımız, aleykum selam gardaş laflarıyla karşılanıp da oturduğumuzda, kafamıza bir şeyler dank etti tabii. O zamanlar Deniz ile birlikte saçlarımız kulak hizasındaydı. Onun saçları da sarıydı. Görünüşte solcuları andırıyoruz yani. Deniz de koyu bir solcuydu zaten. Bense hiçbir zaman koyulaşmadım siyaset konusunda. Neyse mevzuya dönersek, bizim tahmin ettiğimiz gibi sorgumuz başlamıştı odada.
Soru: Gardaş nerelisiniz bakıyım Cevap: Ben Ordu o da Ordu. Yani Orduluyuz. ( Güneş Ordu'dan doğar lafı ünlüdür )
Sorgucumuzun bir kaşı kalkmış bir hale geldiğinde;
Soru: Yaa..Ordu güzel yer tabii. Babanız ne meslek yapar..
Cevap: Benim babam memur emeklisi, onun da babası memur emeklisi. Yani babalarımız memur emeklisi..
Soru: Gardaş sizi daha iyi tanıyacazz. Şu yataklara yayılın bakıyım. Burası Yurt 2. başkanının odası olur. ( Bu, ayağınızı denk alın demek oluyor haliyle )
O günden sonra ben yaklaşık 3 yıl daha o odada kaldım. Bu başarıyı neye ya da kime borçlu olduğumu çok sonraları öğrendim. Bizim odamız 1. kattaydı, Deniz ilk fırsatta kendisini en uzak odaya, 5. kattaki sınıf arkadaşının yanına attı. Zamanla onlar bizi biz de onları tanıdık. KTÜ de hakim grup ülkücüler, pasif kısımda solcu garibanlardan oluşmaktaydı. Üniversitenin öğrenci kolları ve yurtlar, ülkücü arkadaşların hâkimiyetindeydi. Haliyle olaysız geçen haftamız yok gibiydi. Böyle bir ortamda ve bunun üzerine durumu ortada bir odada kalmak benim için ilk başlarda biraz zor olmuştu. Beni ve Denizi diğer solcularla karıştırmamaları uzun zaman almıştı çünkü. Zaman içinde bu insanların aslında görünmeye çalıştıkları gibi fanatik milliyetçi olmadıklarını, akşam olup da odalarımıza çekildiğimizde aramızdaki muhabbetler sonunda anlamamız bizi fazlasıyla rahatlatmıştı. Ailesinden kopup gurbette okumaya gelen pek çok kişi, oranın hakim gurubuna yamanıp sırtını sağlama alıyor gibiydi yani. Şunu anlamıştık ki, yeni arkadaşlarımız oda içindeyken normal kişiliklerinde davrandıklarından, nerdeyse eğlenceli bir ortama sahip olmuştuk. Bu yakınlaşmamız, daha sonra ülkücü reisi olan oda arkadaşlarımızdan birisi sayesinde beni öğrencilik yaşantım boyunca kavgadan gürültüden uzak tuttu sayılır. Belime kadar uzayan saçlarla 4. sınıfın sonuna kadar yurtta kalabilmiştim. Hikayenin bu noktasında olan bitenler film şeritinin hızlı geçilmesi gerekli kısımları. Sırayla ufak da olsa birkaç şey anlatıp esas konuya gelicem. Yurttaki durumum tamamıyla insafa kalmış gibiydi ilk zamanlar. İlk öğrendiğim şey, idare tarafından bana ilk verilen ve benim dolu olduğu için kalamadığım oda, meğer solcuların düzenli olarak baskına uğrayıp dayak yemeyi alışkanlık haline getirdikleri odaymış. Bu durumda ne kadar şanslı olduğumu unutup, ülkücü merkezi olan odada kalmamın benim için faydası ve zararlarını düşünüyordum. Zaman geçtikçe ve saçlarım uzadıkça yurttaki ve kampüsteki kem gözlerin üzerime çevrilmesi artmıştı. Ama başta anlattığım gibi koruyucu meleklerim bu ortamda fazlasıyla güçlü ve söz sahibi kişilerdi.
Heavy Alemine Giriş
Bu arada K.T.Ü. tarihinde ilk defa olduğu üzere yaz şenliklerinde bir heavy metal konseri düzenlendi. O ana kadar uzaktan görüp “ aha da bu heavyci” dediğim birçok kişiyle tanışıp yeni bir arkadaş çevresi edinmeye başlamıştım. Bu noktada Sürmene’deki arkadaşlık ortamımız tamamıyle dağılmış gibiydi. Yeni arkadaşların arasında en samimi olduğum “Atilla” idi. Zatı muhteremle hala görüşmekteyiz ki, kendisi şu an Ankara’daki heavy ve sosyal alemi içerisinde ününe ün katmakla kalmamış, bir de üzerine iş dünyasının emektar karıncalarından olmuştur. Atilla ile gündüz yemek zamanlarında ve derslerden arta kalan zamanlarımızda bolca vakit geçirmekteydik. Buna, açık hava anfisinde walkmanlerimizi takıp dünyadan kendimizi soyutlayarak Malevolent Creation ile headbang yaparken jandarma tarafından basılmamızı, kampus içindeki ağaçlık alanlarda kafa sallarken atinin gözlüklerine basıp yamultmamı, Atinin öğrenci evinde patates kızartmalarımızı yedikten sonra heavy transına geçmemizi katabiliriz. Yıllar içinde ikimizin de saçları artık kıçımızın sokumuna ulaştığında, kampuste yürüyen 2 zibidi olmuştuk bazıların deyimiyle. Lakin Atilla sarı saçları, hızmalı kulakları ve cannibal tişörtüyle aşırı dikkat çekiciydi. Bu haliyle her akşam Trabzon gibi bir memlekette kampüsten evine kadar dayak yemeden gitmesini herhalde benimki gibi Karadenizli burnuna sahip olmasına borçlu olabilir. Konuyu dağıtmadan Atila’nın kuzeni Ercan’dan bahsedicem ki, o da en az Atilla kadar iyi bir dostum olarak hatırladığım kişidir. Ercan ile 5. sınıfta aynı evi paylaştık ve her anından büyük keyif almışımdır. Şunu yaptık bunu yaptık demeyeceğim ama sıcak çikolatalarımıza çiçek ekmeklerimizi batırıp sabaha kadar playstation oynamamızdan, quake krizimizi dizginleyemeyerek gittiğimiz internet kafeden gecenin köründe dönerken yaptığımız baklava ve vitamin hapı muhabbetlerinden, Pazar günleri BMW Williams – McLaren Mercedes kapışmasına dalmaktan, Yüzüklerin efendisi muhabbetlerimizden bahsetmeden geçemem.
Sonuç
Asıl konuya gelerek hayatımın nasıl değiştiğini anlatmam gerekiyor. Kendimi bildim bileli, insan bazı şeyleri kendine saklayıp kendi yaşamalıdır diye düşündüğümden, içimdekileri en yakın arkadaşıma dahi her şeyimle açmamışımdır hiçbir zaman. Dolayısıyla her gördüğümde içimin ısınmasına, gizli gizli heyecanlanmama neden olan kızı kimselere söylemedim, hep içimde bana neşe veren bir sır gibi sakladım. Aşkımı ilk gördüğümün 2 dakika sonrasında, onu ikizi ile yan yana gördüğümde çok şaşırmıştım. Hayatımın anlamı, benim bir sınıf altım yani çömezimdi. Her zaman çekingen ve kendi halinde bir tip olduğumdan ona öğrencilik zamanımda hiç açılamadım. Belki de böyle olması gerekiyordu ve oldu da. Mezun olmamız ve ondan sonraki askerlik sürecimin sonunda nihayet nişanlanıp evlenebildik. Benim için dünyanın en güzeli, en tatlı insanı ve en iyi eşi o. O benim kaderim…
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...